Farkına varmak / Farkında olmak

 Geçmiş zamanı anlatır, farkına varmak. Kaybedileni, ellerimiz arasından kayıp gideni tasvir eder. O andan sonra geri dönüş yoktur artık. Olan olmuş yaşanan yaşanmıştır. Kısacası insanoğlu için üzüntülü sıkıntılı bir andır. Bir dolu Keşkeler barındırır içerisinde. Bir harf değişikliği bu kadar mana değişikliğine yol açar mı diye düşüneceksiniz. Farkında olmak başka anlamlar yükler hayatımıza. Hayatı bilerek emniyetli farkında yaşamak çok şey katar bizlere. En azından yaşanılanlar hata olmaktan çıkmıştır artık. Duygular ile değil mantık ile hareket etmenin gerçeğidir farkında olmak. Anı anlatır şimdiki zamanı. Her şey geçmiş değildir o an. Olayları sebeplerini ve sonuçlarını şekillendirme şansı verir insana
 
             Bir dolu mazerete gebedir, farkına varmak. İtiraf edemediğimiz türlü bahanelerle, mazeretler ile geçiştirmeye çalıştığımız. Hep deriz ya şimdiki aklım olsaydı neler yapardım neler. Her insanın pişmanlıkları vardır eskiye dair. Çocukluk yılları, okul yılları, gençlik vs. Eğitim sürecini tamamlayamayanlar okulunu yarım bırakanlar, hayatlarını bugün tekrar değerlendirdiklerinde yâda farkına vardıklarında diyelim, geçmişin pişmanlıklarını yaşarlar iç dünyalarında
                 Ticaret hayatında yapılan yanlışlar, hatalar yâda kaybettiklerimiz, bugün oturup tekrar düşündüğümüzde, yâda yaşananların farkına vardığımızda desek daha doğru olur. Ne pişmanlıklar barındırır geçmişe dair. Yaşanılanları çoğu zaman kader cihetinden değerlendiririz. Biraz olsun içimizi rahatlatır, bizim dışımızda değerlendirmek, hatalarımızı yok saymak, bir nebze olsun ruhumuzu rahatlatma çabaları, görmemezlikten gelmek Deve Kuşu misali.
                    Bugün 40’lı yaşlarda olmanın rahatlığı ile geçmişe dönüp baktığımda, benimde bir dolu hatalarım olduğu gerçeği ile yüzleşmek her insana zor geldiği gibi bana da zor geliyor aslında.  Gençlik yıllarımızda ebeveynlerimizin bize yaptıkları nasihatler, bugün bir anne baba gözü ile değerlendirdiğimde çok başka manalar kazanıyor içimde.
                     Lise yılları yeni bitmişti 1990 başları idi üniversite ile iş hayatı arasında sıkışan kararsızlıklarım tercihimi iş hayatından yana kullanmam ile son buldu. Aslında o güne kadar hiç planlamadığım bir meslek bundan sonra benim hayatımı şekillendiren, daha sonraları tercihlerim sebebi ile hiç pişman olmadığım bir sektöre de tam anlamı ile adım attığım yıllar idi. Ailemin inanılmaz teşvikleri olmuştu seçimlerimde. Bir yerde mesleklerin babadan oğula geçmesi de alışkanlık haline gelmiştir yaşadığımız bu güzel topraklarda.
              1965’li yıllar, Babamın İstanbul’da Gözlükçülük yaptığı, bugün bile anılarını, o güne dair güzellikleri anlatırken heyecanlandığı güzel yıllar imiş. Farklı sebeplerden bırakmak zorunda kaldığı mesleğini soyundan gelen bir evladının devam ettiriyor olması da onun için ayrı bir mutluluk. Bugün düşündüğümde iki kız evladım var şahsen çocuklarımın çok sevdiğim mesleğimi devam ettirmeleri bana ayrı bir mutluluk verir.
           Her dönemde olduğu gibi günümüzde de sektörümüz ile ilgili sıkıntılardan bahsetmek mümkün. İçinde bulunduğumuz şu günlerde yaşanılan sıkıntılar, halledilemeyecek ölçekli önemli problemler değil aslında. Haklı taleplerimizi dün olduğu gibi bu günde yetkili mercilere iletmeye devam edeceğiz.
          Dikkatli bakıldığında görülecek ki Gözlükçü Meslektaşlar olarak aynı şeyleri istiyoruz. Mesleğimizin kötüye gitmesi için talepte bulunan meslektaş yok gibi. Henüz mezun olmamış genç Optisyenlerin doğal olarak devlet kadrolarında 657 tabi devlet memuru olmak için haklı talepleri var. Ulusal kanallar, radyo ve görsel basında yapılan reklamlar ve kampanyalar karşısında rahatsızlıklarını belirten meslektaşlar. Haksız rekabet karşısında mücadele kabiliyetini yitirmiş yâda bu uğurda imkânlarını en üst seviyeye kadar zorlamış ve tükenme noktasına gelmiş meslektaşlar.
           Görülüyor ki bu sıkıntıları değişik açılardan analiz ederek çoğaltmak mümkün. Önemli olan yaşanılan bu sıkıntılar için ne gibi bir çözüm üretiyoruz. Sadece yaşanılan sıkıntılardan bahsetmek, yâda üzerinde sürekli konuşmak sıkıntıların yok olmasına sebep olmuyor. Öyleyse birlikte harekete geçmek lazım ancak türlü imkânsızlıklar sebebi ile birlikte hareket etmemiz imkânsız olabiliyor.
       Haklı taleplerimizi yetkili mercilere iletmek üzere bir temsilciye, temsilcilere ihtiyacımız var. Bunun da en güzel örneği sivil toplum örgütleri yani DERNEKLER. Bizler gözlükçüler olarak imkânsızlıklar, personel azlığı, vakit darlığı gibi türlü sebepler ile taleplerimizi yetkili mercilere iletmekte sıkıntılar yaşayabiliyoruz. Burada en doğru yöntem Sivil Toplum Örgütlerimizin temsiliyetinde hareket etmek olacaktır.
                Bizlere düşen en önemli görev örgütlü hareket etmenin öneminin farkındalığında, maddi manevi desteğimizi esirgememek olacaktır. Kol kırılır yen içinde kalır. Atasözünün de anlattığı gibi sektörel anlamda yaşanılan sıkıntılara müzakere yolu ile çözüm yolları bulmak. Toplum önünde sosyal medya kanalları ile bu problemleri çözmeye çalışmak doğru bir yöntem değil.
                 Yazımın başında da söylediğim gibi yapılan hataların farkına varmak, bizim için bir kıstas olacaktır. Ancak çözüm için çok geç kalınmış olabilir. Çoğulcu demokrasiler de olduğu gibi müzakere yolu ile bir sorunun ve/veya bir problemin çözümümde sebep sonuç ilişkileri, kazandırdıkları kaybettirdikleri enine boyuna tartışılarak hareket etmek en doğru yöntem olacaktır.
FARKINDA OLMAK hayatımızı bu minvalde yaşamak dileği ile tüm meslektaşlarıma Saygılarımı iletiyorum.
İlker AYAZ
Gözlükçüler ve Optisyenler Konfederasyonu

 

Genel Sekreteri
 

Bir yanıt yazın